31 Temmuz 2019 Çarşamba

Bursa da bir akşam

Bu akşam araban her zamanki gibi indim. Elimde arabadan aldğım çöp pet şişe ile birlikte -yerde görmüştüm, çöpe atarsam başkalarının da ayağına değmez diye...- arabadan indiğimde hemen merdivenlere yöneldim. Yolun karşısına geçtiğimde her zamanki Suriye li dilencinin soluna o bir yaşlarındaki ayağı çıplak çocuğuna baktığını görüverdim. Annesine çıplak ayağıyla koşarken baklava desenli metal zeminin ne kadar sıcak olduğunu ve ayağının yanacağını düşünürken o sanki plajda gülümseyerek annesine koşuyor gibiydi-Mutlulukla- Hani çocuklara bakarken içinizde çoğu zamanda dışına taşan bir gülümseme olur. Çocuğun gülmesi gerekmez bunun için çocuk olması yeterlidir sizi mutlu etmeye. Ama bu sefer böyle olmadı. İnsanoğlu toplumsal bir varlıktır. Dil konuşmamız bunun en temel göstergesidir. Dil toplumsal canlılar olduğumuzun en temel göstergesidir. Oysa ben ne zaman bir dilenci görsem acaba bu toplumsal temellerimize ne olduğunu merak etmekten kendimi alamyorum. İmece diye bahsettikleri şeye ne oldu. Gülümseyen bir çocuk yanımdan annesine doğru koşarken ben bunları düşünüyordum. Kardeşleri çöpten birşeyler karıştırıyor ve eline birkaç kuruş sıkıştırmaktan başka ne yapabiliyorduk? Merdivenden inip yolun karşısına geçtim, hemen yolun yanındaki çöp tenekesine elimdeki pet şişeyi attım ve esas konuya geleceğim ara sokağıma -her gün girdiğim o ara sokağa- girdim. Özel birşey bekliyorsanız baştan uyarayım özel birşey yoktu. En son söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeyim. Özel birşeyin olmayından yazıyorum. Yol düz gider, birbiriyle çirkinlikleriyle yarışan binalar hiçbirbakımdan birbirine benzemezdi. Ne Yollara girme şekilleriyle ne evlerin yanındaki artık kaldırımmı demek lazım gelir bilinmez küçük kaldırımcıkların -en yakın kelime bu- şekilsizlikleriyle. insanlar toplumsal canlılar demiştim. Oysa bu evler tamamen bireyseldi. Bencil bir bireysellik bu. Evlerin rengi ya da renksizliği, özensizliği birbiriyle yarışıyordu. Gece kondudan bir nebze iyi bu yapılarda insanlar yaşıyor. İnsan yapımı herşeyde çirkin bir kaos varken adımlarım ilerledi ve az ileride kızımında okuduğu okulun yanındaki kaldırıma ulaşmayı başardım. Aslında bahsettiğim çöp tenekesinden sonra ilk kez kaldırıma basıyorum. Okul kocaman bir yapı ve solumda uzanıyor. Okul bir nebze güven veriyordu bana. Kocaman bina ve avlusuyla düzenin yeniden başlamasına vesile olmuştu ve eğciş büğcüş yapılardan sonra yavaş yavaş ferahlıyordum. Sağ tarafımda iğne yapraklı çam ağaçları uzanıyordu. Oysa ağaçlar eciş bücüş değildi. önümde yüz metre ilerleyen ağaçlar yola aynı uzunlukta yaklaşmışlardı. Neredeyse hepsinin boyu aynı ya da hepsinin boy aynıya yakındı. Ormanın içindeki her bir ağaç farklı olsa da bütünün parçalarıydı onlar. Oysa bildiğimiz kadarıyla kendilerini de bilmiyorlardı. Hani Nâzım Hikmet demiş ya ... bir orman gibi kardeşçesine. Bir kaç adım sonra o ağaçların karşısındaki sitemin içierisine döndüm. Aklımdan ve dilimden aynı anda bir merhaba sesi duyuldu ...