20 Haziran 2020 Cumartesi

Bir Hayal

Eskiden köydedeki evimizin bir tarafı dağlara bakardı. Dağlara bakması dediği bizim köyümüzün de bir dağın üzerinde olduğundan olsa gerek. Engebeli bu köyün o yanına doğru geniş bir açıklık -belki sonsuzluğu çağrıştıran önünde bazen leylek dağını yılan dağını benim bilemediğim diğer dağları, köyleri barındırırdı. Bu kadar açık bir alana doğru gökyüzüne bakmak, hele bulutları birşeylere benzetmek ne güzel şeymiş. Biraz evvel kameliye de otururken ve gökyüzüne bakarken aynı açı ile makinaların üzerindeki o bulutları köydeki eski bulutlara benzettim. Doğrudan karşımdaydı aynı eskiden olduğu gibi, solumda da bulutlar vardı ama karşımdakilere bakmak istedim. Karakter sahibi bulutlardı. Kocaman. Önce kocaman bir kaplumbağa oldu. Kaplumbağanın solunda gene kocaman bir kartal, avına saldırıyordu sanki. Birden düşündüm, neden kocaman tüm hayallerim. Bunları düşünürken bir yandan İzmit Körfezini gördüm. Sonra birden çift başlı bir koyun gördüm görece diğerlerinden daha küçük. Neden hayallerim bu kadar büyük gözlerimin bozukluğundan mı. Yoksa gözüm yükseklerde mi derken sol taraftaki diğer bulut kümesi birleşip maltase terrier cinsi bir köpeğe dönüştü. Çayımdan bir yudum aldım ve bardağımın dibine bakarken bunları yazmayı düşündüm. Birkaç saniye geçtiğini bir an farkettim ve aniden bulutlara tekrar baktım. Kaplumbağa yok olmuştu, kartal da, İzmit körfezi kızıl denize dönüşmüştü. Köpek ileriye doğru bakıyordu önceden, tekrar baktığımda sola doğru bakıyordu. Dili dışarıdaydı görmesemde.

Duvar

Duvar gibisin dediğinde genellikle tepkisiz anlamında kullanılır. Neden bilmiyorum ama masa gibisin değil, saksı, kapı... da duvar? Tepkisizlik belki de ona fiziksel olarak tepkide bulunduğumuzda bile tepkisiz kalmasından. Normalde duvarda biçim değiştiremeyiz, sağlamdır neticede. saksı gibi değildir sonuçta. Tepkisizliği buradan gelir. Bunun için değil mi ya hapishanlerin duvarları vardır çoğu kez ya da evlerimizde dışarıdan duvarlarla korunuruz... Sinemada yahut bir romanda elleriyle biri duvarları parçalasa çarpıcı hissederdik sanıyorum. Arkamı dayarım duvara, bundan dolayı güven verir. Bilirim ki yaslandığımda beni tutar. hiç düşünmem yıkılır mı diye. yüz katlı binanın yüzüncü katındaki dışarıya bakan duvardan bile endişe etmem. Bir yanda tepsisizlik anlamı öte yanda güven hissi.

Duvara nasıl ki yaslanırken düşünmezsin, sevdiklerine de yaslanırken düşünmemek istersin seni kabul etmişlerdir. sen neysen oysundur. sözlerinin altında, üstünde, sende senin, çevrende... birşey aramazlar. Kötü özelliklerini bilmezler mi? herkesten iyi bilirler ama her nefes ses etmezler.

Peki ya yaslandığında devrileceğini korktuğun biriyle ilişkine ne demeli. Sen olduğundan kabul etmez seni. Korku içindesindir sürekli. Acaba diye düşünüp durursun. Belki farkında bile değilsin bu endişenin ama güven duymuyorsan ilişki de kurman zor olur. Hepimizin hayatında böyle insanlar yokmudur. Vardır ya neden diye sorduğunda aldığın cevap önemli. Acaba yaslandığımda kırılacak olan karşı taraf mı yoksa sen misin. Hep kendi tarafımızdan anlarız olguları ve olayları. Kendi gördüğümüz gibidir gerçek. Oysa bir de öte tarafı olur. Neden diye sorduğunda çünkü ona güvenmiyorum dersin bazen. Neden güvenmiyorsun diye tekrar sorduğunda cevap karşı tarafla ilgi değilse bil ki seninle ilgilidir.

Hayatın Anlamı, Anlamsız Hayat

Hayatın Anlamı nedir diye herkes gibi yıllarca sormuştum ta ki Satre nin bu konudaki düşüncelerini öğrenene dek. Özetle Evren bile anlamsız, hayatınız mı anlamlı olacak diyordu. Benim için yıllar önce ulaşmış olduğum bu anlamını yitiriş, bir çözüm olmuştu. Anlam kaygısı yaşamadan gündelik kaygılarla yaşantımı yıllarca devam ettirdim. Hayatın sıkıntıları haricinde kayıtsız bir rahatlık içindeydim.. Hayatın sıkıntıları haricinde mi. Evet aradan geçen yıllarda esasında bu düşünüş şeklinin belki bir ağrı kesici etkisi haricinde bir çözüm sağlayamadığını, bu hayatın sıkıntılarının da benim onu nasıl anlamlandırdığımla doğrudan ilişkili olduğunu keşfettim. Anlamlandırmak. Herşeyin anlamla ilgili olduğunu anlamak. Nasıl mı. Şöyle ki.

İlkel insanları düşünelim. Hani o kadar ki henüz dillerin bile icad edilmediği bir zamandaki insanlar. Olabilir mi dilin olmadığı böyle bir ilkellik? Olur derseniz size başka bir soru daha. Sizce bu kişilerde hayatın anlamı gibi kaygı var mıdır. Yahut erdem, onur, şeref, estetik algıları ne kadar derindir. Evet bahsettiğim ilkel insanlar evdeki kedimiz gibi daha temel sorunlarla zihinlerini dolduruyor olacaklardır. O halde hayatın anlamı gibi anlamsal kavramlar dilin getirdiği bir sonuç diyebiliriz. Yani insanoğlunun sahip olduğu kavramlar dilin sonucudur. Konuşuyorum öyleyse insanım. Ama bu yazıda bundan daha fazla bahsetmek istemiyorum.

Hayatın anlamı sorusuna nesnel olarak verilebilecek bir cevap yoktur. O yüzden onu aramak yersizdir. Peki ama hayatın anlamını neden insanlar arıyorlar. Anlama ihtiyaç duyduklarından dolayı. Zira herşeye bir anlam katarız. Bebekler doğdukları zaman bizim gibi görmezler. Aynı ışık bizde bir duvar ve önünde bir masayı oluşturuken bebeklerde duvar ve masa tek bir nesne imiş gibi gelir. Zamanla ayrıştırmayı öğrenirler. Yani anlamlandırmayı. Yahut yabancı dilde konuşulanlar bizim için anlamsızdır ve anlamlandıramazsak bizim için önemsizdir. Oysa kendi dilimiz bizim için anlamlıdır. Sessizce birşey söylesem bile hemen anlamlandırırsınız. Bulutları birşeylere neden benzetiyoruz sanıyorsunuz.

Anlam ihtiyacımız var fakat anlam aramamalıyız peki ne yapmalı. Michalengelo nun Musa heykelini yaptığında yaptığı şeyi. Sorarlar kaba bir taş parçasından böyle muhteşem bir Musa Heykelini nasıl yapabildin diye. Cevap çok basit Taştan Musa olmayan tarafları çıkartarak.

Hayat anlamı sorunsalına verilebilecek belki de en pragmatik cevap bu. Anlamsızları çıkart.