27 Ekim 2019 Pazar

Çocukluk

Çocukken, daha henüz okula gitmezken Malatya da Çavuşoğlundaki tarihi bir kilisenin yakınlarında yaşardık. O yılları mistik ve zevk dolu anılarla anımsıyorum. Oysa çok derbeder bir yaşam olduğuna eminim. Zira evimiz iki buçuk odaydı ve tuvalet evin dışındaydı. Evimizin tam karşısında oturan komşumuz uzaktan bir akrabamızdı ki onlarda en az bizim kadar fakirdi. İki ev dışarıdan bakıldığında sanki tek hane gibiydi zira dış kapıları tekti ve avluya açılan tahta kapı iki evin tam ortasında duruyordu. Sağda bizim oturduğumuz ev, Ahır tuvalet ve çeşme vardı. Sol tarafta ise komşumuzun evi.

iki ev başka bir tahta avlu ile dış bahçeye, - bizim gibi birkaç evin daha açıldığı kocaman bir orman gibi gözüken ağaçlıklı,yeşillikli, güneşin yeryüzüne değmediği sıklıkta bir yere- açılıyordu. Bu bahçeye ait anılarım öyle ki anlatılabilecek türden değil. Öyle güçlü ve etkileyici ki aklıma getirdiğim her anda onu özlüyor ve hasret çekiyorum. İnsanlar hamaklara uzanıp, piknik yaparlardı ve ne zaman gitmek istesem her zaman neşe dolu insanlar vardı etrafta. Bana kalırsa bu ormanın sonu yoktu. Burada sonsuza dek yaşayabilirdim. Renklerin canlılığı, olayların bu kadar derin olması ve gerçekliğin netliği bende heyecan duygusunu devam ettiriyordu.

Peki ama ne oldu o hislere. Neden hayat bu kadar güzel, anlamlı ve netken artık değil. Neden artık gördüğüm ne olursa olsun hislerim bir atın şahlanışı gibi kabarmıyor. Acaba yeni şeyler gördükçe sıradanlaştı mı bu görülenler yoksa kullanılmayan beyin hücrelerimizin -bebeklikte galiba- ölmesi gibi bu süreçte de ölmeye devam mı ediyor? yani büyüdükçe. Bilinmez en azından ben bilmiyorum. Ama o hissiyatın devam etmesini çok isterdim. Her şeyde. Belki biraz anı yaşamayla yaklaşabiliriz bu hisse.